Habibe Kazez


h2Biraz kendinizden bahseder misiniz?

Öncelikle merhaba, 25 yaşındayım, 1991 yılında Kayseri’de doğdum. Yüksek lisansımı Fırat Üniversitesinde yaptım, bir ders dönemini Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde geçirdim. Şu an Atatürk Üniversitesin ’de doktora öğrencisiyim. Yüksek lisans tez önerilerimizden biri olan yapı oyuncakları, eğitim programı ve bilgisayar yazılımından oluşan bir eğitim setini kullanarak çocukların matematiksel becerilerini geliştirmeye odaklanan ve sınıf öğretmenlerine matematik eğitimi vermeye dayalı “TÜBİTAK 4005: Lego İle İlkokul Çocukları Matematik Öğreniyor” adlı projemizi bu yaz bitirdik. Bunun dışında İlkokul ve liseyi Elazığ’da, İlkokulu sekiz yıl Özel Harput Koleji’nde, daha sonra liseyi dört yıl Çubuk Bey Anadolu Lisesi’nde okudum. İlk yılımda, ilk tercihim olan BÖTE’yi kazandım ve bölümü dördüncülükle bitirdim. O dönem gece ve gündüz öğrencileri vardı böylece kalabalık bir aile içinde okumuş olduk. Açıkçası çok fazla bir hobim yok ama kitap okumayı çok severim. Bu yüzden onu da hobi kapsamına katmak istemiyorum. Çünkü bence zaten herkesin yapması gereken su içmek kadar temel bir şey kitap okumak. Bunun dışında yabancı müzik dinlemeyi severim.  İngilizce yabancı müzikler dil konusunda kulağı geliştirdiği için bu biraz daha hoşuma gidiyor. Bunun dışında ahşap boyama gibi zaman geçirtecek, zihni rahatlatacak şeyleri de severim.

Çok spor yapma insanı değilim ne yazık ki. Aslında bölümümüz açısından düşündüğümüzde sürekli bilgisayarda işi olan ve oturan insanlardan olduğumuzdan yapsak keşke. Çünkü uzun süre hareketsizlik, yanlış bilgisayar kullanımı ileride sağlık sorunlarına neden olabiliyor. Yine de fırsat buldukça, elimden geldiği kadar sportif faaliyetlere de katılmaya çalışırım. Örneğin iki sene boyunca Eğitim Fakültesi’nin bayan voleybol takımında antrenör olarak görev yaptım. İlkinde bir başka Hoca arkadaşımla bu görevi paylaştık. İkinci sene yalnız başıma görevde aktif olarak çalıştım. Bu süreçte voleybola dair kuralları öğrenmek bir yana eğlenerek, farklı bölümlerdeki öğrencilerle iletişim kurmak bana çok şey kattı. Genel olarak da böyleyim bunun dışında benden küçük iki kardeşim var ve evin ablasıyım. Dolayısıyla hep sorumluluk alan kişi oldum. O açıdan da şu an burada yaptığım iş bana biraz ablalığımı hatırlatıyor. Yani öğrencilerimiz kardeşlerim gibi geliyor ve onlara mümkün mertebe bir abla gibi yardımcı olmaya çalışıyorum. Sanırım bu nedenle onları hiçbir zaman sadece öğrenci olarak görmedim. Hep ileride benimle meslektaş olacak kardeşlerim, öğrenci arkadaşlarım olarak gördüm.

Üniversitedeki öğrencilik yıllarınızda neler yaptınız?

Üniversiteye ilk başladığımda biraz mahcup ve utangaç bir yapım vardı. İlk sene dersler çok yoğun geçmedi. Zaten bütün üniversitelerde ve branşlarda aynı şekilde daha çok servis dersleri alıyorsunuz. İlk sene EBT yani sadece Bilişim Teknolojileri dersi dışında BÖTE’ye dair bir ders yoktu programda. Dolayısıyla ilk sene benim için BÖTE’yi tam olarak anlamlandıramadığım bir yıl olarak geçti diyebilirim. Yani çok fazla nereye geldiğimi anlayamamıştım. Bölüme 2009 yılında başladım ve o dönemde bilgisayar öğretmenliği kavramı kullanılıyordu bizler için. Ama insanlar, çevremiz BÖTE’nin ne olduğunu tam olarak bilmiyorlardı. Akrabalarınıza izah ederken zorlanıyordunuz. BÖTE deyince anlaşılmayınca uzun uzun Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi bölümü deyip, yine anlamamışlarsa eğer sadece “Bilgisayar öğretmenliği” diyerek kavramı daha anlaşılır hale getiriyorduk. İlk yıl sadece Word’ü, Excel’i gördüğümüzü veya HTML’ de site geliştirdiğimizi hatırlıyorum. İkinci sınıfta biraz daha bölüme dair dersler gördük. Flash Animasyonu ya da Grafik Tasarımı aldığımız zaman kendimi biraz daha mutlu hissettim. Bir de o yıl Scratch’ı ilk uygulayan üniversitelerden birisi bizdik. Yrd. Doç. Dr. Zülfü Genç Hocamız Oyun Tasarımı dersi açmıştı ve derste Scratch üzerinde daha çok oyun geliştirmeye çalıştık. O dönem Türkçe kaynağı olmasa da görsel bir programlama dili olduğu için rahat kullandık ama C’yi görmeden önce Scratch’ı görerek programlama eğitimi almak daha mantıklıymış şu an fikrim bu. Çünkü algoritma mantığını görsel bir programlama dilinde cümle kurar gibi dizinlemek C’deki birçok aşamayı da ileride anlamayı kolaylaştırıyor.img_5426

Üçüncü sınıfta ise Topluma Hizmet projesi yaptığımı hatırlıyorum grup arkadaşlarımla. Bizim grubumuz trafik eğitimi verip, aynı okulun öğrencileriyle ağaç dikmişti. Üçüncü sınıfta aynen bu şekilde geçti, yeni dersler aldık uzaktan eğitim, veri tabanı, bilgisayar ağları gibi ve giderek BÖTE bizim için daha da anlaşılır olmaya başladı. Ama orada asıl değinmek istediğim başka bir nokta var. Ben üçüncü sınıfta BÖTE ağırlıklı derslerden ziyade ALES ve YDS’ye çalışmaya başladım. O yıl ALES’e iki defa girdim çünkü amacım puanlarımı olabildiği ölçüde yüksek tutmaktı. Çünkü bu iş son yıla kalırsa KPSS ile çakışacağını fark edince zorlanacağımı düşünüp erkenden çalışmaya başladım. Sınava birkaç defa girip kendimi denedim. Açıkçası iyi ki de öyle yapmışım. Çünkü o puanlar giderek kademeli olarak artıyor. Herkes ilk girdiğinde çok rahat bir şekilde hedeflediği puanı her zaman alamıyor ne yazık ki. İstisnalar olabilir ama mesela o sıralar akademik kadrolar için 85 üstü ALES puanı gerekiyordu şansınızın yüksek olması için. ALES’ e ilk girdiğinizde mantık sorularını gördüğünüzde yetiştiremeyip yapamayabiliyorsunuz. Bu durumda da kademeli bir şekilde girmek güz ve bahar dönemlerinde öğrencinin biraz daha önünü açıyor. Bir de giderek öğretmenlik dersleri almaya başlandığı zaman -aslında galiba üçüncü sınıfın son dönemi ve dördüncü sınıfın başında- öğretmen mi olacaksın yoksa başka bir seçeneğimi seçeceksin ona karar verebiliyorsun. Ben dördüncü sınıfa geçtiğimde öğretmen olamayacağımı anladım. Mesela şöyle bir olay olmuştu. Stajdayız. Dersin öğretmeniyle beraber çalışıyoruz. Bana çok uyumlu bir öğretmen denk geldi, sağ olsun iyi bir hocaydı. Kendisi birkaç defa örnek ders işledikten sonra uygulama fırsatı bulmamız için önceden anlatacağımız konuyu belirleyip sınıfı bize bırakarak ders anlattırıyordu ve dönüt veriyordu. Buraya kadar iyi ama bakıyorum öğrenci bir yerden sonra kopuyor ve dersi dinlemiyor. Veli ise işin farklı bir boyutu. Küçük çocuklarla uğraşmak çok güzel bir şey ama bunun için çok ayrı bir sabır ayrı bir yürek lazım. Ben yetişkinlerle daha rahat anlaşabildiğimi fark ettiğim için, bir yerden sonra okulda bir şey yapamayacağımı anladım. Çünkü okulda bir süre sonra aynı döngüyü izliyorsun ve ben o döngü de sıkılıp sıkışacağımı düşündüm. Açıkçası biraz kaşınmışım. Akademisyenlik de gerçekten fazla hareketli. Dördüncü sınıfta daha çok proje yapmak, arkadaşlarının KPSS maceralarını dinlemek ve kendini ayrı bir yol çizerek başlangıçta tek başına bırakmakla geçti diyebilirim. Ama sonra fark ettim ki şanslıydım. Benimle ortak hedefleri olan bir sınıf arkadaşım vardı. Şu anda Uludağ Üniversitesi’nde Araştırma Görevlisi. O da benimle beraber son yıla gelince bir koltukta iki karpuz taşınmaz diyerek hem KPSS’ ye çalışıp hem ALES ve akademisyenlik sürecini yürütemeyeceğine karar verdi. “Bizim bir şeyi seçmemiz lazım. Bu böyle olmayacak.” diyerek KPSS’yi çalışmayı tamamen bıraktık. Sadece akademik ilanlara, akademik çalışmalara yöneldik. Bu bizim için o dönem çok büyük bir riskti. Çünkü hiç kimse size kadro garanti etmiyor. Yani o yıl YÖK’ten hiç ilan çıkmayabilir. Hiç kadro açılmayabilir. Bekleyebilirsiniz. Arkadaşlarınız sırasıyla atanıyor. Nitekim işte Temmuz’da belli olmaya başladı. Herkes atanıyor. Çok da seviniyorsun. Ama bu sefer değişik bir korku başlıyor. Acaba ben bu yolu seçtim ama doğru mu? Orada da işte iyi niyetin insanı kurtardığını düşünüyorum. Amacım şuydu benim hep; birisi bir şey desin birisi bir şey yapsın diye değil ya da bir unvan için değil de ben farklılığı ve yeniliği seviyorum. İnsanlarla iletişimi de seviyorum. Özellikle öğrencilerle konuşmak bana çok iyi geliyor. Okulda da bayağı muhabbette ediyoruz. Onlardan bir şey öğrenmeyi ve kendimi yenilemeyi seviyorum. O zaman dedim ki ben bu yola gideceğim. Başka bir alternatif yok diye düşündüm. Bunun bir başka sebebi de Elazığ’da çok fazla BÖTE odaklı iş olanağı yok. Ya öğretmen olabiliyorsun ya akademisyen olabilirsin ya da belki üçüncü bir ihtimal bankalar Eğitim Teknoloğu ilanları verdiği zaman eğer o ilan listesindeki programları biliyorsan ki bir dönem onlar Captivate, Photoshop ya da Flash gibi uygulamalarda uzman düzeyde olmanı, LMS kullanabilmeni istiyorlardı. Dolayısıyla herkes bu şartları sağlamıyor. Ama işte bu da bir ilan. Eğer o konularda iyiysen o da bir çıkış yolu. Ayrıca son sınıfta bilimsel araştırma dersini de aldığımızdan lisans düzeyinde bazı derslerde bildiri yapmamızı istemişlerdi Hocalarımız. Seçilen çalışmaları da o yıl düzenlenecek kongrelerde sunabileceğimizi söylemişlerdi. Ben ve arkadaşım Ayça işte son senemizde okulda, iki tane kongreye Hocamızla katıldık. Biri Akademik Bilişim 2013 Antalya’da, bir diğeri de ICITS 2013’tü o yıl Erzurum’da yapılmıştı. Yani bu sempozyumlar ciddi anlamda bize çok şey kattı, bir kere öğrencisin ve karşına kitaplarını okuduğun Hocalar çıkıyor orda, soru sorup fikir paylaşabiliyorsun çok güzel birşey bu. Ayrıca nasıl hitap edilmeli, etkili sunum nasıl olur biraz da bunları o üslubu tadıyorsun. Ve bir yerden sonra ufkun açılıyor. Her biri çok farklı bir konu konuşuyor. Ve her biri dünyadaki bir soruna çözüm arıyorlar. Zaten dünyada sorun bitmiyor. Onun bir parçası olmak seni işe yarar hissettiriyor.  Dolayısıyla öğrenciyken de mümkünse arkadaşlar bu tür sempozyumlara en iyi ihtimalle bir çalışmayla, en kötü dinleyici olarak mutlaka katılmalılar bence. İşte bende bu mesleği seçmemde etkisi olan bir başka durumda bu sempozyumlardı.

Akademisyenliğe karar kıldıktan sonra girdiğim sınavlardan aldığım puanlarla 2013 yılında Aralık sonrasında girdiğim mülakat sınavlarında Fırat’ı kazandım. Başvurduğumuz yerlerde sınavlara girdik. Mülakat süreçleri sıkıntılı geçiyor. Açıkçası hiçbir ekmeğe erişmek çok kolay değil. Orada sadece şunu tavsiye edebiliyorum. Neyin yolunun çilesini göze alabiliyorlar? Hangi işi seviyorsun? Ona bakmak lazım.

Okul yıllarımı da bu şekilde geçirdim. Biz üçüncü sınıftayken burada ICITS 2011 yapıldı. Bizim BÖTE Sempozyumu. Japon bir profesör olan Nancy Law Hoca’nın sunumunda o İngilizce anlatırken ben de senkron bir şekilde Türkçesini ilerletiyordum mesela. Antalya’da Akademik Bilişim’de Çevrimiçi Etik Dışı Davranışlarla ilgili bir sunumumuz oldu. Bir öğrenci özellikle fakültesinde bir sempozyum varsa kesinlikle katılmalı diye düşünüyorum. Çünkü orada büyük bir makinanın küçük bir çarkı oluyorsun ama gerçekten bir özgüven geliyor. Hocalarla nasıl konuşman gerektiğini görüyorsun. Akademik camia da neler konuşuluyor, neler yapıyorlar? Bunlar sizin için önemli oluyor. Örneğin 6-8 Ekim’de bu sene yine bölümümüzde 4. ITTES (Uluslararası Öğretim Teknolojileri ve Öğretmen Eğitimi) Sempozyumu yapıldı. 55 tane öğrenci arkadaşımızla 2., 3., ve 4. Sınıflardan destek alarak etkinlikleri gerçekleştirdik. Her biri gönüllü olarak farklı iş parçacıklarına destek verdi. Sonuç şu; hem farklı üniversitelerden gelen farklı konularda ilgilerini çeken birçok çalışmayı dinlediler, hem de teknik sorunlara çözüm bulup bir sistemin parçası oldular, hepsi çok memnun durumdan. Bu tür organizasyonlar varsa kesinlikle katılmak lazım bir kere sosyal boyuttunuz, özgüveniniz gelişiyor ayrıca bir ekibin parçası olarak çalışmak büyük bir deneyim o beceriyi de kazanıyorsunuz. Entelektüel gelişimden bahsetmiyorum bile… Benim zamanında öğrenci olarak katıldığım bir etkinlikte şimdi düzenleme ekibinden olmak ise ayrı bir histi ve güzeldi.

Bunun dışında ben bir dönem Atatürk Üniversitesi’nde yüksek lisansımı derslerimi aldım. Sırf Fırat’ta çok okumamış olmak için, farklı bir çevre görmek için oraya gittim. Bir BÖTEli’nin gerçekten çok farklı düşünmesi ve çok esnek olması önemli. Bir kalemle bile insanların hayatını nasıl kolaylaştırabileceğini öğrenmek açısından gerçekten iyi bir branş. Teknoloji derken bilgisayarı aç/kapa değil, her malzemenin teknolojik olabildiğini görüyorsun. Ben birçok şeyi yüksek lisans yaparken fark edebildim. Bize bunu anlatmaya çalışıyorlarmış ama bunun pratik hayattaki karşılığı buymuş diye. Arkadaşlara tavsiyem şu ki, onlar için lisansta dersler çok teorik kalacak. Hatta bazen zorlanacaklar acaba mezun olduğumuzda biz ne yapacağız? Bir şeyler öğrendik ama nasıl hayata geçireceğiz? Sabretsinler. İşin başına geçtiklerinde hepsi geri besleme olarak beyinlerine geri geliyor. Ya da işin iyi tarafı bilmedikleri bir şeyi bile zaten konunun başıyla ve ortasıyla ilgilenmiş oluyorlar ki sonunu kendi becerisiyle de getirip öğrenebiliyorlar. Yani şu an Java bilen birine başka bir sistemi anlatmak çok daha kolay. Ya da HTML bilsen bile az çok ASP’yi kavrayıp anlayabilirsin. Bir şeyin temelini bilmek onlara cesaret versin. Android niye bilmiyorum diye dövünmesinler. Oturup biraz uğraştıktan sonra, Youtube’daki eğitsel anlatımları izledikten sonra öğrenemeyecekleri hiçbir şey yok. Açıkçası orada olay kişisel çabaya giriyor.

Fırat Üniversitesi’ndeki öğrencileri etkinliklere nasıl teşvik edebilirsiniz?img_5436

Doğu kültürü ile alakalı mıdır bilmiyorum ama genelde bizim öğrencilerimizin etkinliklerden haberi olmuyor. Şimdi diyeceksiniz ki bu kadar teknoloji çağında nasıl haberleri olmuyor? İnsanlar kültür ve sanata çok fazla değer verip takip etmiyorlar. Örneğin İstanbul’ da bir duvarda veya bir panoda bir ilanı görebilirsiniz ve çoğu ücretsiz oluyor. Şimdi öğrenci Elazığ’da yaşarken şöyle düşünüyor, “Tek başıma niye kalkıp gideyim? Neden para vereyim? Zamanıma değecek mi?” onun yerine oturup çalışırım der. Biz öğrencileri biraz içine kapalı yetiştiriyoruz. Bunda bazen ailenin etkisi var. Bazen şehrin imkânları sınırlı oluyor. Ama ben bu yıl ona çok dikkat etmeye çalıştım. Üniversite bir etkinlik yaparsa hemen Facebook’ta ya da Edmodo da birkaç gün önceden orada duyuruyordum. Öğrenci arkadaşlarda akademik takvime işaretliyorlardı. Ben orada bir hafta önceden haber veriyordum. Yani bunu yapmak için aslında biraz sosyal olmak lazım. Bizde o sosyallik boyutu eksik. Yani onları kollarından tutup götürecek bir arkadaşları olsa keyifle yapıyorlar ama pek denememişler. Bir BÖTEli olarak onların gözü kara olmaları gerekiyor. İnsan olarak herkesin biraz böyle olması gerekiyor ama ben bir BÖTEli’nin gözü kara olması gerektiğini düşünüyorum. Ben klavye bozulmasın diye dokunmayan arkadaşımı hatırlıyorum. Bu şekilde teknoloji kullanamazsın. Teknolojiyi kullanacak olan insanın biraz daha yeniliğe açık biraz daha gözü pek olması lazım. Ki onu insanlara sen tanıştıracaksın. Zararlarını sen anlatacaksın. Zayıf yönlerini sen keşfedeceksin. Olumlu taraflarını sen söyleyeceksin. O açıdan biraz daha yeniliğe açık olmak lazım. Bu devirde her insan için böyle. Ama BÖTEli’nin bunu kesinlikle iki üç kat daha fazla yapması gerektiğini düşünüyorum. Bir de etkinliklere katılırken başka sıkıntılarımız var. Genelde ders saatlerine denk geliyor. Öğrenciyi o hafta hoca ek ders yapıp konferansa gönderebiliyor. Ama şimdi ne kadarını takip edebilirsin. Benim öğrencinin başında gitmem gerek ki konferansı dinlediğinden emin olayım. Çünkü biz kendimiz bıraktığımızda yarısı dinliyor diğer yarısı dinlemiyor. Zaten bir İstanbul veya Ankara kadar etkinlik yok. Yine de olan etkinliklere mümkün mertebe ayak uydurmaya çalışıyoruz. Ama aksilik gibi ya sınav haftasına denk geliyor ya önemli dersleri oluyor. Öğrencilerin ya devamsızlık haklarını kullanmaları lazım ya da organizasyonları herkesin gidebileceği saatlerde yapmak lazım ve sayısını da arttırmak gerek. Amacım alandaki bilinen kişilerle irtibata geçip bir şekilde paneller düzenlemek. Buna bölüm hocalarımız da çok destek verir. Zaten öyle bir planları vardı. Öğrencilerin proje ödevleri yapıyoruz ama çöp oluyor, kalıyor ya da sonrasında kullanılmıyor. Bölüm başkanımız gelecek yıl için, “Öğrencilerin öğretim tasarımı ya da proje yönetimi dersinde yaptıkları ödevleri bir sergi olarak eğitim fakültesine duyuralım. İki bölümden de hocalar ve öğrenciler gelsin. Hem öğrenciler için dönüt olur.” Demişti. Bir proje yaptınız. Eğitsel amacına uygun mu? Hedef kitleye uyum sağlıyor mu? Bu açılardan bakılması ve kendilerine güven gelmesi açısından böyle bir fikri vardı. Umarım yapabiliriz. En azından yavaş yavaş bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. O açıdan umutluyum. Öğrenci olarak her yere gitmek, her şeyi denemek önemli.

Keşke yapsaydım dedikleriniz var mı?

Benim yurtdışı deneyimi dışında keşke dediğim bir şey yok. Şu ana kadar hiç yurtdışına çıkmamış olduğuma üzülüyorum. Batum dışında herhangi bir yeri görmedim. Doktora sonrasında bir yıl araştırmacı olarak yurtdışına gitmek isterim. Hem dili pratikleştirip geliştirir, hem de orada alandaki hocalardan ders alabilirim. Seminer veya konferans gibi de olsa onlarla tanışıp görmek istiyorum. Bizim sempozyumlara konuşmacı olarak geliyorlar ama iki saat yetmiyor. Biraz etkileşime girmek istiyorum. Tek pişmanlığım o. Şimdiye kadar bunu yapmamış olmak. Onun dışında öğrenciyken Erasmus’a başvurdum. Kesinlikle öneriyorum öğrenciler başvursunlar. Ama benim gibi yapmasınlar. Çünkü ben başvurdum. Kazandım. Ama gidemedim. Çek Cumhuriyeti çıkmıştı. O dönemde de Erasmus yeni yeni duyulmaya başlamıştı. Ve biz Çek Cumhuriyeti’nde konuşabileceğimiz kimseyi bulamadık. Tek başıma bir bayanım ve daha önce Elazığ dışında bir yerde ailem olmadan yaşamadığım için çok çekindim açıkçası. Gideceğim ama orada herhangi bir Türk Elçiliğine ulaşamıyorum. Otel ayarladım diyelim bir sıkıntı çıksa başvurabileceğim kimse yok. Onu göze alamadım. Bir de akademik kariyer düşündüğüm için ortalamanın düşüp düşmemesi benim için çok önemliydi. Dersler İngilizce ama bazı üniversiteler her ne kadar ders içeriği İngilizce dese de mesela orada kendi dilinde eğitim verdiği derslerde var. Anlamadığında bitti. Ortalama düşüyor. O yüzden ortalamayı risk etmeyeyim daha sonra ki bir dönemde yurtdışına giderim diye düşündüm. Ama erkek kardeşim Erasmus’a gitti. Deneyimleri çok başka. Şu an çok farklı bir insan. Yani dünyaya çok farklı bakıyor ve gerçekten karakter gelişimi için de çok önemli. Ben olayı sadece BÖTEli olmakla sınırlamıyorum. Gerçekten önce birey olarak gelişmek için böyle bir deneyim böyle bir kültür şoku yaşamak lazım. Çok kültürlülük bu anlamda iyi bir şey. Yani bir BÖTEli’nin öğretmen de olsa, akademisyen de olsa, Eğitim Teknoloğu da olsa yazılımcı da olsa ya da başka herhangi bir branş. Yine bir insan olarak o çok kültürlülüğü tatmak isterim. Çünkü çalıştığın ortamda çok fazla insanla etkileşime geçiyorsunuz. Ve bir yerde onların hassas noktalarını anlaman ya da bir yerde onların düşünce yapısını anlaman için o deneyimi yaşamak lazım. Empati yeteneğini geliştiriyor. O zaman hayatta daha az sorunla karşılaşıyorsunuz. Performansınız daha çok artıyor. İşinize daha çok odaklanabiliyorsunuz.

Öğrencilik döneminde çoğu kişinin zorlandığı belli başlı dersler vardır. Sizin en çok zorlandığınız ders hangisiydi?

Programlama derslerinden C ve C#’ tı. Bunda da aslında şöyle bir durum var. Yani şimdi çizginin bu tarafına geçtiğim için hocaları suçlamak istemiyorum ama yani programlama dersi hocanın biraz daha ilgilenmesi gereken bir ders. Aslında başta sıkıntı şu. Altmış kişiye programlama anlatman mümkün değil. Bir kısmı illa ki anlamıyor ya da daha fazla tekrara ihtiyaç duyuyor. Ama hocanın tavrı orada çok önemli. Sınıfı iyi organize etmek gerekiyor. Uygulamada hocanın yanında asistanda olabilir. Sürekli birileri gezip kontrol edecek. Çünkü öğrenci eğer kodu deftere yazıyorsa zaten hatayı göremediği için baştan kaybediyor. Eğer C’yi uygulamalı yapacaksa da tıkandığı yerde hocayı illa ki zorluyor. Hocanın herkese bakması mümkün değil. O yüzden ben programlamada çok zorlanmıştım. Mantığı anlıyorum ama yazınca hata çıkıyor. Bir süre sonra yapamayınca kendini çok kötü hissediyorsun. O eşiği geçene kadar gerçekten zıplaman gerekiyor. Zıpladıktan sonra bariyeri geçiyorsun sıkıntı değil de o arada ne çektiğimizi herhalde hepimiz biliyoruz. O yüzden hocanın biraz daha ya örneklerini açıklayıcı şekilde vermesi gerekiyor derste ya da öğrencinin bir şekilde o dersin üstüne daha fazla düşmesi gerekiyor. Öz eleştiri yapayım. Ben düşmemiştim dersin üstüne o yüzden zorlandım. C’yi ilk seferde geçtim ama C# o sıra Delphi dersiydi. Delphi’de tıkandım. Bir sene sonra tekrar almak zorunda kaldım. Tekrara bıraktığım tek dersim oydu.

Akademisyen olmanın zorlukları ve avantajları nelerdir?

Akademisyenliğin şöyle bir artısı var. Bir kere sempozyum için üniversite desteği ile çoğu zaman gidip hem çalışmanı sunup hem alandan yeni arkadaşlar edinip, hocalarla tanışıp yeni bir ortam yeni bir çevre oluşturabiliyorsun. Ya da zaten hâlihazırda tanıdığın insanları yılda birkaç kere görme şansına sahipsin. Bu da çok önemli ve güzel bir imkân oluyor. Gittiğin yerde sadece sunum yapmıyorsun. Akşam çıkıp geziyorsun da. O şehir hakkında bir fikir sahibi oluyorsun. Bir akademisyenin özellikle şu sempozyum ve konferans olanağı beni çok rahatlatıyor. Eğer bir çalışman da kafana takılan bir durum varsa alandaki hocaları ilk defa o kadar toplu bir şekilde ancak öyle bulabiliyorsun. Yoksa her birine tek tek mail atıp dönüş beklemen lazım. Ama orada sunum yaptığında eksik bir şey varsa çalışman adına bunu zenginleştirebiliyorsun. Soru-cevap yapıyorsun. Tezinle ilgili bir şey var kafana yatmıyor. Hocalardan konferansta bir akıl alıyorsun. O bir beyin fırtınasına yarıyor ve gerçekten iyi geliyor. Bunun dışında tabi ki bir akademisyenin kabul etmek lazım toplumda da statü olarak yeri farklı. Kendine daha emek veren bir insan sonuçta. Bir yüksek lisans bir doktora olmak üzere baştan minimum altı yılını gözden çıkarmış bir insandan bahsediyoruz. Alanda biraz daha gelişiyor. Biraz daha analitik düşünme becerilerini arttırdığını düşünüyorum. Bunun istisnası illa ki vardır. Ama normal insanlarda beklenen çıktısı budur. Sorgulayıcı oluyorsun. Bir çalışmayı bile okurken düşünüyorsun, buna alternatif başka nasıl bir yöntemle çalışabilirdik. Ya da işte bu çalışmanın sonucu insanları nasıl etkiler? İnsanlık için bir yararı var mıdır? Bazen bir robot kol geliştiriyorsun. Bu bir yenilik, bu bir ürün. Ama bunu insanlığın yararına nasıl kullanırsın? Bu senin için önemli oluyor. Bunun dışında daha çok insan ve daha çok kültür görüyorsun. Ben bu boyutu da önemsiyorum. Benim sınıfta şu an hiçbir fikir ayrılığı gütmediğim ama benden farklı düşündüğünü bildiğim bir sürü öğrenci arkadaşım var. Ve hepsi de çok iyi anlaştığım insanlar. Bir çalışmaları olduğunda hepsine aynı şekilde ayırmadan dönüt veriyorum. Kendi görüşümden olduğunu düşündüğüm kişiyle de farklı düşünenle de aynı irtibatı sağlıyorum. Çünkü bu farklı düşünce onun sadece düşünce dünyasındaki bir durum ve seni ilgilendiren bir şey değil. Burada eğer bilim yapıyorsak, bilim üretiyorsak ya da insanların yararına bir şey üretiyorsak o zaman hepimiz tekiz zaten. O yüzden o öğrencilerin fikirleri benim için çok daha güzel oluyor. Bazen senin düşünmediğin şeyi sana söyleyip seni düşündürebiliyor. Bu anlamda akademisyenlik çok farklı fikirlerle karşılaşma noktasında çok zenginleştirici bir meslek. Ben öyle düşünüyorum. Ama tabi handikapları da var. Mesela insanlar Cumartesi ve Pazar günleri uyurken senin veri girmen gerekebiliyor. Ya da sınav notu girmek zorunda kalabiliyorsun. Ya da eğer gece dersi olan bir hocaysan gece akşam evine 10’da gidiyorsun. Çocuklarını 10’dan sonra görüyorsun. Böyle durumlarda var. Bu yüzden bunun tam zamanlı bir meslek olduğunu fark edip hayatının her alanına bu tam zamanlı mesleği entegre etmen gerekiyor. Bundan bağımsız değilsin. Akademisyensen akşam 5’ten sonra benim işim bitti diyemezsin. Yani bir sorun varsa gün içerisinde çözemediysen onunla uyuyorsun. Ya da her dönem başında bir izlence oluştururken bazen yeni bir teknik, yeni bir web aracı arıyorsun. Değişik bir sınıf yönetimi çözümü bulmaya çalışıyorsun. Uyurken, yemek yerken hep fikirler kafanda oluyor. Sürekli bunları düşünüyorsun. Akademisyenlik o anlamda tam zamanlı bir iş olduğu için sevmeyen birine yorucu gelebilir. Ama bunun dışında ben karakterle alakalı buluyorum. Dışarıya açık bir insansan, öğrenmeyi seviyorsan bu iş bence tam da böyle insanların işi. Yani okumayı ve paylaşmayı seviyorsanız, akademisyenlik gerçekten uygundur diye düşünüyorum. Hele BÖTE’ninki çok daha uygun. Çünkü çok disiplinler arası ve çok esnek bir bölüm. İstediğin konuyu çalışabilirsin. İşin içerisine teknoloji girdikten sonra, öğretim yöntem tekniği girdikten sonra bu noktada hiçbir problem yaşamıyorsun. Ben yüksek lisansımı 2015 Eylül’de bitirdim. Yani Ağustos’ta vermiştim. Eylül’de savunmamı yaptım. O ara dönemi ilan açılmadığı için bekledim. Sonra da bazı durumlar gelişti. Elazığ’da kalmak zorunda kaldım. O zamanda eğitim programlarında başladım. Burada sadece doktora olarak gidebileceğim en uygun o vardı. Alan olarak da ilgimi çekti. Ama bir BÖTEli olarak sanki ailemden kopmuş gibi hissettim. Ne çalıştıklarını anlamıyordum. Farklı bir dil konuşuyorlarmış gibi geliyordu bazen. Aslında çok benzer şeyler ama BÖTE’nin sende bir kılıfı var ve sen o ailenin içerisinde korunaklı gibi hissediyorsun. Yani BÖTE’nin kendi ailesi var. Genç bir alan ama birçok insanın çok keyif aldığı bir alan. O yüzden ben sanki ailemden ayrılmış gibi hissettim. Yapamayacağımı düşündüm. Eğer BÖTE lisans mezunu isen ve yüksek lisansında BÖTE ise eğitim programlarına gittiğinde farklı bir alan sayılıyor. O açıdan bir yıl bilimsel hazırlık dersleri alıyorsun. Eğitim fakültesi mezunu olmana rağmen bir yıl onların yüksek lisanstan derslerini falan alıyorsun. Bu durum da doktoran beş yıla çıkıyor. Mecburen minimum beş yılda yapmak zorundasın. Ben bunu da çok istemedim. Ama o alana gidince gördüğüm birçok şey var. Hiç keşke demiyorum. Orada mesela birkaç branştan derse hoca geldi. İngilizceden, güzel sanatlardan ya da işte matematikçiler gibi. Onlar nasıl dersler işliyorlar? Öğrenciler nasıl? Bana çok farklı bakış açısı sundu, çok rahattım. Ama ben BÖTE’ den ayrılmak istemediğimi o noktada fark ettim. O yüzden tekrar BÖTE’ye Atatürk Üniversitesi’ne döndüm. Oradaki hocaları tanıyıp sevdiğim için daha rahat yapacağımı düşündüm ve tekrar oraya gittim.

Akademik kariyer yapmak için şartlar var mıdır? Nelerdir?

Bu galiba benim yıl içerisinde en çok duyduğum soru. Bazen dersten sonra kapı çalıyor, “Of sıkıldım hocam KPSS ile uğraşamıyorum. Akademik kariyer nasıl yapılıyor. Siz nasıl yaptınız?” diye geliyorlar. Orada söylediğim ilk şey not ortalaması. Not ortalamasını yükseltin. Birinci kriter bence not ortalaması. ALES’i ve dil puanını söylemeden bunu söylüyorum. Çünkü diğer sınavlara girip puanını yükseltme şansın var ama akademik ortalamayı sadece dört yıllık okulun boyunca değiştirebiliyorsun. Mezun olduktan sonra oynama yapamıyorsun. O yüzden ortalamalara da dâhil edildiği için yüzde alındığı zaman bir ALES kadar değeri yok ama yanılmıyorsam benim zamanımda okul ortalamasının yüzde otuzunu alıyordu. Her üniversite bu oranları önceden duyuruyor. Okul ortalamanızı yüksek tutun. Sınav ortalamalarınız yüksek olsun ki sonuç olarak yüzdesi kaç olursa olsun etkiliyor ve değişmiyor o puan. Sonra ALES’inize çalışın. Yani BÖTE’de devam etmeyi düşünüyorsanız Fen türünden sayısal puanınız önemli. Matematik1, Matematik2 ve Sözel1 olarak ALES soruları setleri alın ve çalışın. Toplumun çoğunda asıl problem dil. Ben sizin yerinizde olsam bir sene kendime hak tanıyarak bir dil kursuna giderim. Benim biraz seviyem vardı. Kursa gidip devam ettim. Öyle olunca özgüveniniz oluyor. Hem sınava az çok hazırlanmış oluyorsunuz. Öğrencilere diyorum ki, “Eğer bu kadar vaktiniz yoksa ya bir yılınızı ayırın bir YDS kursuna kayıt olun ya da dili en sona bırakın ALES’e yüklenin ve okul ortalamanızla birlikte deneyin. “. Çünkü bazı üniversiteler dil puanı şartı koymuyor. Girdikten sonra yüksek lisans yaparken dili halledebiliyorsunuz. Dolayısıyla yüksek lisans ve doktora yapmak akademik kariyerin şartı. Sanırım bu durum öğretim görevlisi olduğunda gerekmiyor. O şekilde devam edebiliyorsun hayatına. Bu da bir akademik kariyer. Ama BÖTE’de daha çok benim son yıllarda gördüğüm kadrolar araştırma görevliliği. Araştırma görevlisiysen de yüksek lisanstan başlayarak doktoranı da yapmak zorundasın. Eğer yardımcı doçentlik ve ilerisini istiyorsan. Ayrıca dil sınavları için sadece YDS değil TOEFL’ı da düşünmelerini öneririm, şu an YÖK’le denkliği var. ODTÜ lisansüstü öğrenciliği veya yurt dışı lisansüstü deneyimi istiyorlarsa sınavı bence denemeliler. Ben bu sene sınava girdim, belki ileride yurt dışı araştırmaları için kullanabilmek adına ve puanları ceplerinde olsun illaki bir işlerine yarayacak.

"Fırat BÖTE’li olmanın avantjaı zengin bir kültür, çok farklı şehirlerden ve kültürlerden öğrenciler, değerler yaşantılar ve teknolojinin birleşimini harmanlamak oldu."

habibekazez

Fırat BÖTEli olmanın size ne gibi avantajları oldu?

Büyük bir yere gittiğinde nereye bakman gerektiğini çok iyi biliyorsun mesela çünkü sizde yok 🙂 Şaka bir yana üniversite olarak pek çok imkânımızdan memnunum tek bir şey dışında kütüphane… Şöyle anlatayım mesela Anadolu Üniversitesi’ne gittiğimde kütüphanesi beni kendine hayran bırakmıştı. Çünkü 24 saat açık, camlı ve çok geniş. Atatürk Üniversitesi’ninki de öyle. Kış şartlarında bile içeriye gidip sıcak sıcak ders çalışabiliyorsunuz. Ama Fırat’ın Kütüphanesi çok büyük değil ne yazık ki. Umarım ileriki yıllarda daha büyüğü yapılır.

Fırat BÖTE’li olmanın avantajı zengin bir kültür, çok farklı şehirlerden ve kültürlerden öğrenciler, değerler yaşantılar ve teknolojinin birleşimini harmanlamak oldu. Birbirimize saygı duyduğumuz ve ülkemizi sevdiğimiz bir coğrafyada yeni şeyler öğrenmek ve bunu hızlıca gerçekleştirebilmek oldu, çünkü bölüm olarak yeniliklere çok açık bir yapımız var, üniversitemizde bizi bu konuda destekliyor.

Bir BÖTE mezunu olarak şuan BÖTE okuyan arkadaşlarımıza bir öneriniz var mı?

Kesinlikle bir BÖTEli’nin önce BÖTE’nin ne olduğunu kendi algısıyla keşfetmesini öneriyorum. Çünkü benim BÖTEli ne yapar? BÖTE nedir? Bunu anlamam üç, dört yılımı aldı. Gerçekten şema olarak oturtamadım onu. Yani BÖTEli ne yapar? BÖTEli toplumda ne işe yarar? Yeri nedir? Ne beklenir? İnsanlara ne katabilir? Bunu çok anlayamamıştım. (Gerçi alan ve tarihçesiyle ilgili okumalar yapınca alanın isminin çokça değişen teknolojiye, öğrenen ihtiyaçları ve kuramlara bağlı olarak değiştirildiği, farklı kullanıldığı ve ismimiz konusunda da mesela öğretim teknoloji miyiz, eğitim teknolojisi mi?(merak edenler AECT’nin 94 ve 2007 tanımlarına bakabilir) diye fikir birliği sağlayamadığımızı gördükten sonra bu durum normalmiş…) Bu oturduğunda da bunun için çalışmaya başladım. Ben insanlara ne katabilirim? Derse ilk girdiğimde de birinci sınıflara aynı şeyi söyledim. Arkadaşlar BÖTE’li sizin için insanın gözünün içine baktığında eksiğini anlayıp buna teknoloji kullanarak farklı yöntemlerle öğrenme sürecini kolaylaştırabileceğiniz ve çözüm bulabileceğiniz bir bölüm. Ya da teknolojiyi ne ile bağdaştırdığında önemli ama yani bir öğrenme problemi varsa çözüm bulacak ilk insanlardan biri sizsiniz. Belki de ilk insan sizsiniz yani o konuda BÖTEli için öğretim mühendisi denebilir. Öğrenmeyi planlıyorsun, her türlü değişkeni biliyorsun. BÖTEli şu an göründüğünden teoriden çok daha fazlası. Bunu da gerçek sınıf ortamlarına girdiğinde görüyorsun. Kullandıkları programlar onlara hiçbir zaman yetmemeli. Java biliyor. Başka alternatiflerde bilmesi gerekiyor. Web Tasarımı yapabiliyor ama başka platformlarda da geliştirmesi gerekiyor kendini. Tek bir uzmanlık alanı saptayıp gitmek güzeldir. Ama o zaman alan içerisindeki değişik örnekleri de bulması lazım. Yani başka ne öğrenebilirim? Bu alanda nasıl gelişebilirim? diye sürekli kendini yoklaması lazım. Ve hiçbir konuda umutsuzluğa kapılmaması lazım. Yani kadro mu açılmadı. Açılmasın. Bu yıl açılmaz bir ay açılmaz bu dönem açılmaz ama bir gün açılacak. Hiçbir zaman ümitlerini kaybetmesinler. Çünkü ben Türkiye’de ne yazık ki BÖTE’nin iyi anlaşıldığını düşünmüyorum. Daha yeni doğmuş bir bölüm. Yani Türkiye'de bilgisayarların eğitimde kullanılması 1984 yılında Yeni Enformasyon ve İletişim Teknolojisi projesi sonrasında başlıyor. Bu gerçekten hak verilmesi, anlaşılması gereken bir alan. Umarım buna yetkililerde yeterince o özeni gösterip hak verirler. Ama bir BÖTE öğrencisinin bunların bütün olumsuzluklarını görüp üzülmemesi olumsuzlukların daha çok üstüne gidip savaşması lazım. Güçlü yanlarına odaklanıp onları geliştirsinler. Bu dört yıllık süreci üniversite ve kahve arasında dokumalarını istemiyorum ve önermiyorum. Kesinlikle bu durumu takdir edemiyorum. O tür ortamlara tabi ki gidilmeli ama bu bir yerden sonra otomatiğe bağlatıyor ve o insan artık bir şey öğrenmeye kapalı bir hale geliyor. Çok farklı çevrelere gidip kendilerini deneyip görsünler. Ben bunu sevmem demesinler. Bir denesinler. Bakalım seviyorlar mı sevmiyorlar mı? Bu yeni bir program olabilir, teknolojik araç olabilir, yeni bir ortam yeni bir çevre olabilir. Hiç fark etmez yeni bir sinema filmi türü olabilir. O şey onların hayatında bir kilit faktör olabilir. Belki gelecek yollarını o çizer. Hiç bilmiyoruz. Yasal olan her şeyi denesinler. Bunun dışında çok okusunlar, çok geliştirsinler. Yani edebiyattan bilim kurguya kadar her skala da bir şey okusunlar. Çünkü onların hitap ettiği şey insanlık. Her insanı anlayıp her insanın bir değer olduğunu önce onların keşfetmesi lazım. Bir öğretmenin sınıfta öğrencilere hitap ederken her birinden anlaması gerekiyor. Her telden çalması gerekiyor. Ben öyle düşünüyorum. Öbür türlü o sınıfın ne yönetimi kalıyor ne de öğrenci sana bir saygı duyuyor. Bir BÖTEli olarak bunu yapmaları gerekiyor. BÖTEli öğretmen olduğunda sadece Süper Mario oynatmaz. O öğrencilerin neye ihtiyacı olduğunu çözümleyip kendi teknolojik imkânları içerisinde en iyisini yapmaya çalışmalıdır. Bu öğretmenken de böyle akademisyenken de böyle. Dolayısıyla iki kilit faktör oldu. Biri; işte ne olduklarını anlamaları, iki; kendi kişiliklerini tanımaları, üçüncü; olarak ve son olarak da nerede ne eksik var orada hangi Puzzle‘ ın parçasını uyabilirler onu keşfetmeleri lazım. Çünkü BÖTE, ana bilim dallarına bölünmesi gereken bir bölümdü. Bu yıl üç farklı ana bilim dalına böldüler. Her alandan insanın gelip yetişebileceği bir bölüm. Bir sürü alan var. Hangisinde iyilerse kimin açığını kapatabileceklerse onu kesinlikle keşfedip o yönde çaba içinde olmaları lazım. Bunu şu an çağın ihtiyaçlarına göre de bakabilirler. Mesela iyi bir programcının geliri tabi ki iyi oluyor. Özellikle yurtdışında. Şu an neye ihtiyaç varsa o açıdan gözlerini açık tutmaları iyi olur. Güncel gelişmeleri bu alanda takip etsinler. Yoksa Facebook’un haber kaynağını sürekli yenilemeleri bir şey ifade etmiyor. Çok çeşitli bilişim dergilerini, gazeteleri, sempozyumların sayfalarını takip etmelerini öneriyorum. Öğrenciyken özellikle ki bu Fırat içinde diğer üniversiteler içinde geçerli, etkinliklerin peşine düşsünler. Bu anlamda kâşif ruhlu olsunlar. Hangi etkinliğin ne katacağını bilmiyorlar. Belki gerçekten gelecek için kendilerini o dakika uyandıracak o kelimeyi orada duyacaklar. Hiç bilmiyorlar. Çünkü böyle bir arkadaşım var. O siber saldırılar ve Hackerlıktan sonra yüksek lisans tezini bu yönde düşünmeye başladı. Adamın ilgisini bu çekiyor çünkü. Belki o ilerde bu alandaki sistemlerde uzman bir insan olacak. 10 bin saat kuralını uygulamak lazım. Bir şey ile minimum 10 bin saat uğraşırsan bir başarı gösterirsin derler. Gerçekten bir BÖTEli’nin hangi alanı seviyorsa oranın üstüne birkaç bin saat gitmesi gerektiğini düşünüyorum. O üç faktöre dikkat edecekler. Kendini tanı, bölümünü tanı ve ne eksikse oraya yararlı bir parça ol. Özetle bu kadar bence.

 

Habibe Kazez” üzerine 2 yorum

  • Dilinize sağlık hocam. Gerçekten her öğrencinin okuması gereken bir röportaj. Ne istiyorsak ona yönelelim, olmayacak değil. Teşekkür ederim bana çok iyi geldi.

  • Gercektende cogu kisinin hislerine tercuman olmussunuz bir boteli olarak soyluyorum , bote bolumunu sececek arkadaslar varsa bu yaziyi okumalarini tavsiye ediyorum.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir