Hüseyin Eriş


u16_konyaBiraz kendinizden bahseder misiniz?

Marmara Üniversitesi Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi bölümüne 2006 yılında giriş yaptım. Okulu, kısa olmayan 6 yıllık bir süreçte bitirdim. Bu da hepimizin bir gün okulu bitireceği anlamına geliyor. Herkese ümit vermek lazım 🙂 Okulun son yılında işe başladım. Profesyonel kariyerime, 4. sınıfta Türkiye Basketbol Federasyonu’yla giriş yaptım. Orada çeşitli görevlerde bulundum. 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’nın yerel organizasyon komitesinde resmi web sitesi ve sosyal medyadan sorumlu olarak çalıştım. Şampiyonayı bitirdikten sonra Ligler direktörlüğüne web tv bölümünde çalışmak için geçtim. Basketbol Federasyonunun Web TV organizasyonu şu an TBF TV ismiyle devam ediyor. Aslında sıfırdan kurulumu aşamasında teknik eleman olarak görev aldım. Orada ki teknik sistemi oturttuktan sonra Spikerlik kariyerim başladı. Basketbol maçları anlatmaya aktif olarak devam ediyorum. Fakat tabi her güzel şeyin bir yerde sonu gelebiliyor. Basketbol Federasyonu’nda, biraz da hayat şartlarının mecbur bırakması sebebi ile mali yönden gelişmiş bir iş alanına yönelmem gerekti. Bu yüzden önce ERSTREAM firmasında sistem yöneticisi olarak işe başladım. Daha sonrada Digiturk ile ortak bir proje olan, çok fazla kişinin bilmediği CDN sistemleri diye adlandırdığımız Content Delivery Network projesi amacıyla Digiturk‘e geçtim.  Şu an Digiturk’te sorumlu olduğum birkaç proje var. İnternet üzerinden canlı ve VOD yayınlar olarak özetleyebiliriz.

Üniversitede ki öğrencilik yıllarınızda neler yaptınız?

İlk yılım, çoğu kişinin olduğu gibi biraz daha İstanbul’a ve okula adaptasyonumla geçti. Birinci sınıfın sonunda part-time şekilde SoftTech Bilgi İşlem’ de teknisyen olarak işe başladım. Bir buçuk iki yıl boyunca hem okul hem de işi beraber yürüttüm. Çünkü ikinci öğretimdim. Derslerimiz 5’te başlıyordu. O dönem ki bölüm başkanımız saat 5’ten önce bize ders saati koymazdı. Derslere 5’te başlardık. Bu yüzden iş ile okulu bir arada götürmeye vaktimiz oluyordu. Daha çok teknik kısımda çalıştığım için bu dönemde özellikle donanım bilgimi geliştirme fırsatım oldu. Okulla paralel gitmesi iyi oluyordu. Oradan ayrıldıktan sonra Çevre Koruma Vakfının Web sitesinin CMS yönetimi kısmında ve İçerik Update’lerini yaptım. Yine özellikle organizasyon alanında faydalı olarak gördüğüm ajans işlerini beraberinde götürdüm. Bunlar üniversite zamanımda olan çalışma hayatımdı. Aynı zamanda okulda UltrAslan Marmara Kulübü’nün de üyesiydim. Okul etkinlikleri arasında en çok zamanımı alan buydu. Orada oldukça aktiftim. Zaten okul sonrası en çok görüştüğüm arkadaşlarımın büyük bölümü bu kulüpten kaldı. Üniversite sonrası arkadaşlıklar için üniversite kulüplerinin gerçekten çok büyük etkisi var. Çünkü sınıf arkadaşları gerçekten o kadar etkili olmuyor. Çok fazla şey paylaşamıyorsunuz. Sonuçta sınıf arkadaşlarınızı siz seçemiyorsunuz. Sınavla gelen bir karmaşa var orada. Çoğu kişi sizin arkadaş olarak aradığınız kişi olmayabiliyor. Ama öğrenci kulüplerinde bunu daha kolay bulabiliyorsunuz. Çünkü zaten girdiğiniz kulüp sevdiğiniz bir hobinizle alakalı. Orada ki insanlarda bu hobiyi seven insanlar. Dediğim gibi okul hayatım derslere çok fazla zaman ayıramamakla geçti. Bu yüzden biraz uzun sürdü. Ama 6 yılda bitirmeyi başardım.

Proje Yöneticisi olmaya o yıllarda mı karar verdiniz?

Proje Yöneticisi olmaya o yıllarda karar vermedim. Ama hayalimdeki, yani yapabileceğim işin ne olduğunu üniversite yıllarımda, programlama dilleri dersi başladığında karar verdim. Ki zaten en son verdiğim derstir. Bu dersi 11. dönemde verebildim. Bu durumda zaten benim, kendim de cevabını çok kolay bulduğum bir soruydu. “Ben programlama işinde ilerleyemem. Ben Developer olamam.” demiştim. Ama Developer ile konuşabilen, son kullanıcının ne istediğini anlayabilen bir insan olabilirdim. Zaten günümüzde de artık bunun yapılması gerekiyor. Çünkü Developer ile müşteri hiçbir zaman anlaşamıyor. Bu durum uzun süredir böyle. 5-10 yıldan beri Bilgisayar Teknolojileri ilerledikçe müşteri bir şey ister, Developer onu genelde anlamaz, başka bir ürün çıkar ve iş süreleri sürekli uzar. Ben bu aradaki kişi olmayı daha o dönemlerde zaten fark etmiştim. Birkaç arkadaşımla iş yaptık. Ben daha çok müşteriyle konuşup ne yapılması gerektiğine karar veren, iletişimi sağlayan kişiydim. Ona da teknik anlamda durumun ne olduğunu, nasıl yapılması gerektiğini anlatan kişiydim. Aslında işi yapan kişi o gibi gözüküyor olsa da ben olmasam onunda yapabileceği bir iş olmuyordu. Yani aradaki kişi olma durumum üniversitede ortaya çıktı. Yapabileceğim işi, teknik insanlarla, ne istediğini tam olarak anlatamayan müşteri arasındaki kişi olarak gördüm. Bu anlamda da bizim bilişim alanındaki proje yöneticiliği aslında bir nevi bu anlama geliyor diyebiliriz. Üniversite zamanında bunun ortaya çıktığını söyleyebilirim.

Proje Yöneticisi tam olarak ne yapıyor?

Aslında bu kavram, profesyonel ve iş yerine göre değişen bir unvan. Digiturk’te bizim proje yönetimi biraz daha teknik proje yönetimi anlamında. Çünkü biz standart proje yönetiminin biraz daha dışındayız. Peki, standart proje yöneticisi ne yapar? Özetle Projenin başından sonuna kadarki planı çıkartır. Bu planın yürümesindeki gerekli ekip koordinasyonu, maliyet koordinasyonu projenin işleyişini kontrol ederek yürümesini sağlar. Biz de biraz daha farklı bu. Teknik bilgiye biraz daha hâkim olunması ve proje bittikten sonra da projenin takibinin devam etmesi bizim en büyük görevimiz. Çünkü bu sistem, sabah akşam, her gün kullanılıyor. Bu sistem biz röportajı yaparken de devam ediyor. Bunun sürekli takibinin ve gerekli ekiplerle iletişiminin sağlanması gerekiyor. Proje yöneticisi, bu anlamda işin her daim sağlıklı bir şekilde yürümesini sağlayan kişi diyebiliriz.

Proje Yöneticisi olarak yaşadığınız zorluklar nelerdir?

Öncelikle herkesin mutlu olmasını sağlamak diyebiliriz. Çünkü herkesin sizden beklediği o. Patron, iş çabuk ve düşük maliyetle yetişsin ister. Developer kendi istediği yoldan gitmek ister. Kendi istediği zamanı koymak ister. İşin ortaya çıkma sebebi ise müşteridir. Müşterinin beklentisi apayrıdır. Burada herkesin mutlu olması gerekiyor. Bu anlamda herkesle küçük çaplı savaşmak gerekebiliyor. Ve en önemlisi bunu kimseyle problem yaşamadan yapmak gerekiyor. Çünkü bir proje yöneticisi herkesle aynı mesafede olmak zorundadır. Herkesle iletişimini iyi şekilde yürütmek zorundadır. Bu anlamda da en büyük problemi nerde yaşıyorum derseniz açıkçası işlerin zamanında yetişmesinde yani işin gerçekleştiği Development kısmında ve vendorlerle(servis sağlayıcı firma) yaşıyorum. Vendorler ne yapar? Sadece bize değil farklı firmalara da ürün üretirler. Bu ürünü üretirken de önceliklerini kafalarına göre belirlerler. Bende bir müşteri olarak önceliğimin her daim yüksek seviyede olmasını isterim. Onlarla bunun savaşını veriyorum. Ama soruya tam cevap vermek gerekirse, Developer ve Vendorler bu işte en çok zorlayan kişiler diyebiliriz.

Bölümdeyken mezuniyetten sonrasına yönelik kaygılarınız ve çalışmalarınız var mıydı? Mezun olduktan sonra iş hayatına nasıl başladınız?

Açıkçası evet bir kısma kadar kaygılarım vardı. Ben tam olarak ne yapacağım? Nerde yapacağım? Benim tam olarak hayalim ne? Herkesin de açıkçası üniversite hayatı başladıktan sonra ilk olarak ne yapması gerektiğine karar vermesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü şöyle bir durum var. İnsanlar mezun olduktan sonra her yere yönelebiliyor. Bizim BÖTE’deki durumu şu an tam olarak bilememekle beraber akademisyenlerin de yönlendirme açısından biraz zayıf olduğunu düşünüyorum. En azından bizim dönemde öyleydi. Çünkü şöyle bir örnek verebilirim size. Biz birinci sınıftayken hocalarımızdan birisi bize şöyle bir soru sormuştu? Kaçınız öğretmen olmak istiyor? Eğitim fakültesinde olduğumuz için BÖTE’ye gelen herkesin öğretmen olması gibi bir algı yönetimi var. Hocalarda var bu. Ben bunu çok yanlış buluyorum. Biz ikinci öğretimin ilk sınıfıydık. Bu yüzden biraz daha karma bir sınıftık. Bu güzel bir şeydi. Çünkü ben Anadolu Lisesi mezunuyum. Şöyle bir durum var. Halen daha artık geçerli mi bilmiyorum ama Anadolu Teknik Meslek Liselerinden gelen öğrencilerin ekstra puanı var bizim bölüme. Benim öyle bir puanım yoktu. Ben tamamen kendi puanımla girdim. Benim gibi birçok arkadaşta vardı. Zaten bu yüzden yanlış hatırlamıyorsam bölümün en yüksek Teknik Lise harici öğrencilerin olduğu sınıftık. İlk kez kayıt olan ikinci öğretim olduğumuz için bu aşamada da sınıfta 33 kişi başladık. Öğretmen olmak isteyen, 17 veya 18 kişiydi yanlış hatırlamıyorsam. Soruyu soran hocamız bunu çok az buldu. “Bu sayı kesinlikle artacaktır.” dedi. Üniversiteye başlayan insanların çok büyük yüzdesi ne olmak istediğini bilmiyordur. 4. Sınıfta bu soruyu sorduğunda yanılmıyorsam dört beş kişi artmıştı. Ama o da şaşırmıştı. Çünkü daha yüksek bir sayı bekliyordu. Bizim bölümümüz çok bilinen bir bölüm değil. İnsanlara BÖTE dediğinizde bilenine rast gelmeniz çok zor. Ancak orada okuyan veya mezun olan yakını olması gerekiyor. Yoksa hiç bilmiyorlar. Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi diye uzatsak yine bilmiyorlar. Bu bir şey değiştirmiyor. Aslında bizim güçlü yönlerimiz daha çok eğitim fakültesinde olmanın verdiği bir avantaj ve teknik bilgidir. Öğretmenlik açısından değil de benim yaptığım iş açısından bence çok daha değerli. Proje yönetimindeki en büyük ihtiyaç iletişimdir. İletişimle ilgili birçok konuyu eğitim fakültesinin derslerinden alabiliyorsunuz. Kodlama dilleri olsun, teknik bilgiler ve bilgisayarla ilgili konularda ilerlemek için gereken alt yapının bilgisini de yine bizim bölüm de alabiliyorsunuz. Teknik proje yönetimi açısından aslında çok çok faydalı bir bölümdür. Ama bugüne kadar proje yönetimi dersi bile olsa, kimse bizi proje yöneticisi olma konusunda eğitmedi. Bu yönde bize yol göstermedi. Bu yüzden de ben bizim bölümdeki akademisyenlerin bu konuda biraz daha doğru hareket etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Birde şöyle bir şey var. BÖTE mezunu akademisyen sayısı kaç? BÖTE mezunu olarak BÖTE bölümünde çalışan akademisyen sayısı nedir? Daha yeni yeni oluşmaya başlamıştır. Bu konu çok önemli aslında. Onlar bölüme oturmadığı, geçmediği, yerleşmediği sürece aslında tam olarak anlaşılabilen, tam olarak hedefine yürüyebilen bir bölüm olamayacağız. Bu kapsamda da proje yönetimi bizim için önemli ama okulda bu konuda bence bir eksiklik var.

Bu eksikliği gidermek için şunlar da olsa daha iyi olurdu dediğiniz şeyler var mı?

Öğrencilerin 3. Sınıfa gelene kadar karar vermiş olmaları lazım. Üniversitenin en önemli yılı ikinci yıldır benim gözümde. Ne olmak istediğine kesinlikle karar vermesi gerekiyor. İnsan en iyi kendisini tanır. Burada tavsiye almak bence çok yanlış. İnsanın önce kendisinin ne yaptığını anlaması lazım. Ben teknik eleman olamayacağımı, Developer olamayacağımı ikinci sınıftaki kodlama dersinde anladım. Ben algoritma geliştirme işinden sıkılıyorum. Beşinci dakika da o ekrana bakıp for içine for koyulunca benim canım sıkılıyor. Gitmek istemiyorum oraya. Ben orada anladım ne yapmam gerektiğini. Neyi yapıp neyi iyi yapabileceğimi. Yani her insan için farklı bir nokta vardır. Bu noktada ne yapması gerektiğini anlaması lazım. Bu anlamda da ne yapılması gerekiyor? İnsanın kendi güçlü yönlerini anlaması açısından, bir yere kadar kişisel gelişimle alakalı kitaplar ve uygulamalar yapılabilir. Bir yerden sonra da örnekler çok iyi incelenmeli bence. Bu bölümden mezun olmakla kısıtlı olmayıp bilgisayarla alakalı bölümlerden mezun olan insanlar ne yapabilmiş, rutinde ne yapıyorlar? Herkes öğretmen olabiliyor zaten. Öğretmenlik bölümün destek verdiği alan. Bunun dışına çıkıp aslında ne yapmak istediğine karar vermeli. Öğretmenlik evet bir seçenek, bölümün en ağır seçeneği ama aslında oraya gelen kişi bunu istiyor mu? Buna, dediğim gibi ilk iki sene de karar verilebilir. Bu kararı verebilmek için de olabildiğince sosyalleşilmesi, olabildiğince yeni insanlarla tanışılması ve yeni fikirlere adapte olunabilmesi ve olabildiğince hayat deneyiminin olması gerektiğini düşünüyorum. Mümkün olduğunca farklı deneyimlere sahip olmak gerekiyor, denemekten korkmayalım. Mesela 2010 yılı benim için çok önemliydi. Kaldığım eve ilk defa yabancı ev arkadaşı almıştım. O benim hayata bakışımda çok büyük değişikliklere sebep oldu. İlk defa Alman bir ev arkadaşım vardı. Halen en azından internet üzerinden sıkça görüşüyorum. İtalya’ya ziyaretine de gittim. Şu an Floransa’da doktorasını yapıyor. Benim açımdan hayatımdaki en önemli değişikliklerden biri buydu. Çok radikal bir karardı. O ana kadar İngilizce bilgim iyi ama konuşma becerim çok zayıftı. “Ne yapabilirim nasıl ilerleyebilirim” diye düşünüyordum. Ama ben bu kararı aldım. Ev arkadaşım ben 4. Sınıftayken evden ayrıldı. Bende dedim ki; “Yabancı birini alacağım. Yabancı bir kültür görüp, öğreneceğim. Bakalım ne olacak?”. Benim için muhteşem oldu. Yani yeniliğe karşı çok açık olunmalı. Çok fazla şey denenmeli, Radikal adım atılmalı. Çünkü yaşadığımız şehrin şöyle bir avantajı var. Ben İstanbul’da 5. yılımdan sonra şunu söyledim kendime, asla seçeneklerini kısıtlamayacaksın. Her şey olabilir. Her yöne gidebilirsin. Çünkü bu şehrin ne zaman ne fırsat vereceği belli olmuyor. Fırsatı gördüğün an kaçırmayacaksın. Bu yüzden de dediğim gibi olabildiğince bakış açını genişletmen lazım. Çünkü ne kadar geniş açıyla bakarsan o kadar çok şey görürsün ve o kadar çok fırsat yakalarsın. Bu aşamada dediğim gibi bölümdeyken insanın olabildiğince kendini geliştirip anlaması lazım. Çünkü bu konular için en çok zamanınız orada var. Şu an benim zamanım oldukça kısıtlı. Haftayı o kadar sıkıştırıyorum ki. Düşünün işe gidiş gelişimiz bir, bir buçuk saat sürüyor. 9 saatini iş yerinde geçiriyorsun. Yaklaşık 11 saatinizi harcayan bir etkinlik. 7, 8 saati de uykuda geçirsem, kendime ayırabileceğim maksimum 4-5 saatim var.  Yani bu 4-5 saate olabildiğince bir şeyler sıkıştırmaya çalışıyorum. Ama okuldayken bu biraz daha avantajlıydı. Kendimize ayırabileceğimiz, kendimizi geliştirebileceğimiz çok fazla zaman vardı. Ve en güzeli eğlenmeye çok fazla zaman vardı. Bunların geliştiği sırada evet ben okulda kendimi çok fazla sıkmadım. Biraz daha rahat bıraktım kendimi. Çünkü eğitim hayatı üniversiteden sonra büyük ihtimalle bitecek. Yüksek lisansı, doktorası devam ediyor ama yine de bir yerde bitecek.  Bu yüzden üniversite de olabildiğince tadını çıkarmak lazım. Tadını çıkartırken de emin olun birçok tecrübe elde ediyorsunuz. Okulda bunların yapılması inanın gelecekte sizlere çok faydalı olacaktır diye düşünüyorum.

Proje yöneticisi olmak isteyen arkadaşlara ne yapmalarını önerirsiniz?

Proje yönetimi dersini çok ciddiye almamıştım. Bu pozisyonda çalışmaya başladığım ilk zamanlarda onun pişmanlığını yaşıyordum. Sonradan arkayı toparlamaya çalıştım. Proje yönetimi dersini çok çok ciddiye almaları lazım. Gerçekten okulda bize verilen bilgiler şu an gerçek hayatta ihtiyacımız olan bilgiler. Yüzlerce metot yok zaten. Üç, dört tane etkili metot var. Bu metotların detayını iyi bildiğinizde daha sonra uygulama kısımlarıyla devam edeceksiniz. O yüzden üniversitede ki Proje yönetimi dersini kesinlikle dikkatli bir şekilde geçirmek lazım. Öğrenciyken farkına varmıyorsunuz. Sonradan lazım olduğunu görüyorsunuz. Proje Yönetimi’nin ikinci aşamasında iletişim en büyük etken. Ne olursa olsun duygu yönetimi, insan yönetimi ve iletişim gücü proje yönetiminin aslında kâğıt üstündeki bilgilerinden çok daha önemli. Ben bu konuda kendimi şanslı görüyorum. Turistik olan bir sahil kasabasında büyüdüm. Yazları da 10 yaşımdan 18 yaşıma kadar eniştemin çay bahçesinde çalıştım. Bu benim için çok büyük bir deneyimmiş aslında. Çok fazla insanla iletişim kurduğum için, iletişim yönüm hep bu şekilde ilerleyip gelişmişti. Ne kadar fazla insanla tanışırsanız, ne kadar fazla insan tanırsanız iletişiminizde o kadar ilerler. Ben bu konuda şanslıydım. İletişim yönümün güçlü olmasını sağladı. Bu durumda şu an iş yerimdeki en büyük avantajım. Kurumsal firmada bir işi nasıl çözersin? Mail atarsın mailine cevap gelmezse hatırlatırsın. Hatırlatmaya cevap alamazsan yönetici kısmını dahil edersin. Bu şekilde ilerler. Ama Türkiye’de işler bu şekilde yürümüyor. Yürüyor ama karşı taraf sana düşman olabiliyor. Sorunları çözmeye çalışırken daha yeni sorunlar elde üretmeye başlıyorsun. O anlamda ne yapıyorum. Örneğin karşı taraf bir tane işi 10 günlük sürede çözebileceğini söylüyor. Bende karşı tarafta bu işi yapacak kişiyi tanıyorsam. Uygun bir zamanda gidiyorum. Konuşuyorum. Biraz muhabbetimi sohbetimi ediyorum. Olaya bir şekilde geliyorum ve olayın iki üç günde çözülmesini sağlayabiliyorum. Bu bizim iletişim kısmımız. Çünkü herkesin verdiği süreyle iş yaparsanız, büyük ihtimalle o iş yerinde ömrünüz çok uzun olmaz. Dediğim gibi bizim ülkenin şartları biraz daha farklı olmakla beraber profesyonellik anlayışı da çok daha başka. Bu kapsamda proje yöneticisi olmak isteyen kişilerin öncelikle konuya hakim olmaları gerekirken, en çok geliştirmeleri gereken yönleri ise iletişim olmalıdır.

Özel sektörde yer edinmekte bize engel olabilecek durumlar nelerdir?

Özel sektörde nereden ne şekilde mezun olduğunuz gibi sorular sorulur. Akademik kariyerinize bakıldığı söylenir. Öncelik bu değil, buymuş gibi gözüküyor sadece. Ne iş yaptığınıza bakarlar. “Benim derslerim iyiydi hocalarımla aram da çok iyiydi. 4.0 ortalamayla bölüm birincisi olarak mezun oldum.” demeniz özel sektörde size hiçbir şey kazandırmayacak. Kazandırıyormuş gibi gözükecek ama kazandırmayacak. Ne yaptığınıza bakıyorlar. Üniversite hayatınız boyunca gerçekten ortaya bir şey koydunuz mu? Gerçekleştirdiğiniz neler var? Ne ürün ortaya koydunuz? Federasyona girerken benden portfolyo istemişlerdi. Bu portfolyoyu sunmuştum. Çünkü ben daha birinci sınıfın sonunda çalışmaya başlamıştım. Ortaya koyduğum ürünler vardı. Yaptığım işler vardı. Bunları CV’me yazıp, portfolyoma koymam işe alınmamdaki en büyük sebepti. Digitürk’te ki işe alınma sürecimde, CDN ile ilgili bilgisi olan Türkiye’de insan sayısı çok az, CDN konularını bilip proje yönetimiyle ilgisi olan insan sayısı çok daha az olduğu için Digiturk’te kendime iş bulabildim. Şu an biz araştırma geliştirme personeliyiz. Daha çok doktora yapan, daha çok master yapan insanlar olmasını istiyor. Çünkü devlet, teşvikiyle yapılan bir çalışma bu. Ama üniversite mezunu olmayıp bizim ARGE personeli olan insanlarda var. Halen dışarıdan eğitimlerini devam ettirseler de, Digiturk’ün bünyesinde üniversite mezunu olmayan Developerlar da var. Okulu kesinlikle elimizde sadece diplomayla bitirmemek lazım. Boş bitirdiğiniz an da özel sektöre gerçekten birkaç sıfır geride başlıyorsunuz.

Yaptığınız meslekte BÖTE mezunu olmanın avantajları nelerdir sizce?

Önceki sorularda ayrıntısını verdiğim gibi BÖTE’nin çok büyük bir avantajı var. Akademik anlamda bize eğitim derslerinde çok önemli bilgiler veriliyor. Psikoloji, insan psikolojisi aynı zamanda öğrenmeyi öğretmek gibi dersler gerçekten çok önemli. Çünkü özellikle çok zeki insanlarla da çalışsanız, o kadar zeki olmayan insanlarla da çalışsanız, en büyük olay karşıdaki insanın anlayabileceği şekilde anlatabilmek. Bu kapsam da herkesin anlama algısı farklı olabiliyor. Futbol seven insana, futboldan örneklerle anlatabilirsin. İş hayatındaki kadınlar detaycıdır. Ona konunun ne olduğunu söylemeniz asla yetmez. Onlara çok fazla detay vererek anlatmanız gerekir. Sporla hiç alakası olmayan birinin sevdiği konuların ne olduğunu bilmeniz lazım. Yani her insanın algısı farklıdır, her insanın psikolojisi farklıdır ve nasıl yönetilmesi gerektiği bambaşkadır. Zaten hepimiz özeliz. Bunu hep söylüyoruz. Herkes özeldir, herkes farklıdır. Buna göre hitap edilmesi gerekir. Standardın dışına çıkılması gerekir. BÖTE, eğitim anlamında çok daha detaylı bilgi veren bir yer aslında. Bilgisayar mühendisliğinden mezun olan kişilere baktığınızda evet belki BÖTE mezunlarından teknik detay olarak çok daha fazlasını biliyor olabilirler. Ama bildiğiniz şeyi anlatamadığınız sürece hiçbir işe yaramaz. Ancak birinin sizi keşfetmesi, potansiyelinizi bulması ve onu hayata geçirmesi lazım ki gerçekten kendini gerçekleştirebilsin. Ama bizde durum bu şekilde değil. Biraz daha sosyal yönü zengin bir bölümdeyiz. Aynı zamanda bence içeriği gayet güçlü bir bilişim bilgisi veriliyor. Bunu ilerletmek ise bize bağlı. Bu aşamada BÖTE’nin dersleri bence pratik hayatta, günümüzde teknik eğitim verenlere oranla bence çok daha başarılı.

BÖTE mezunu öğrencilerin iş hayatında özellikle özel sektöre daha fazla yayılması çok daha verimli iş platformları ortaya koyacak.”

Bötelilerin geleceği hakkında neler söyleyebilirsiniz?

BÖTE mezunu kişilerin akademisyen olarak işe başlaması, akademisyen olarak yayılmasıyla daha parlak hale gelecek. Şu an bence işimiz çok daha zor. Öncelikle BÖTE’nin ne olduğunu anlatmak zorunda kalıyoruz. Böyle bir sıkıntı var. BÖTE de ne yapıldığı, BÖTE’nin etkinlikleri, bir BÖTE mezununun becerilerini, başarabileceklerinin neler olduğunu, hem örneklerle ortaya koyup hem de neler yapabileceğini anlatmamız gerekiyor. Bu aslında bizi birkaç sıfır geriye atıyor. Neden? Çünkü bilgisayar mühendisi bir kişinin aldığı dersleri, çoğu kişi bilir. Veya sizi işe alan kişi de büyük ihtimalle mühendis ise, mühendis kafasıyla düşünür ve mühendis arar. Bötelilerin geleceği hakkında öncelikle bir zorluk var. Bunu bilmeleri gerekiyor. Bu zorluğa karşı da kesinlikle hazırlıklı olmaları gerekiyor. Ama ben şunu düşünüyorum. BÖTE mezunu öğrencilerin iş hayatında özellikle özel sektöre daha fazla yayılması bence çok daha verimli iş platformları ortaya koyacak. Ben buna kesinlikle eminim. Çünkü en azından ben ve diğer mezun arkadaşlarım yani bizler biraz daha aktifiz. Geri planda kalmayı sevmiyoruz. Bilişim sektöründe öne çıkan insan sayısı pek fazla olmaz. Biz daha çok öne çıkmayı, işimizi daha iyi gösterip yapmayı iyi beceriyoruz. Yani BÖTE’den mezun olan kişi çok fazla avantajla mezun oluyor. Sadece bilinmemek anlaşılmamakla sınanıyor. Bu sınavları geçtiği sürece bence çok daha parlak bir gelecekleri olacak.

Marmara Böteli olmanın size ne gibi avantajları oldu?

Marmara, diğer okullara nazaran çok fazla zorlu süreçlerden geçiren bir kurum. Bizim zamanımızda çok tatilimiz yoktu. Okul herkesten önce başlıyordu. Bütün arkadaşlarım Ekim’de derse başlarken biz Eylül’de başlardık. Sonra çoğu okul vize sonrası tatile girerdi ama bizim tatilimiz yoktu. Marmara bu anlamda çok zorlayıcı bir yer. 13 tane kampüsü var. 13 farklı kampüste eğitim veren bir kurum. Bizimkisi merkez kampüs olduğundan aynı zamanda avantajımız vardı. Aynı zamanda başka bir açıdan Marmara’nın çok önemli bir avantajı var. İnsanları sosyal olmaya zorluyor. Niye? Birçok şehre gidip çok sayıda üniversite gördüm. Büyük bölümü şehrin dışına kurulmuş kampüsler. Birçok insan şehir merkezine sadece ara sıra gezmek için gidiyordu. Kampüs içerisinde başlayıp biten bir hayat var.  Ama Marmara’da Kadıköy’e çıkabiliyoruz. Bu durum bence bir avantaj. Anadolu Hisarı kampüsündeki pek çok öğrenciyi Göztepe Kampüsünde görebilirsiniz. Haydarpaşa öğrencilerini de Göztepe Kampüsü’nde görebilirsiniz. Göztepe Kampüsü öğrencileri her yere dağılır bu durumda şehri yaşamak anlamına geliyor. Bu anlamda sosyallik kapsamında çok daha başarılı bir okul durumuna geliyor. Ama şu var. Benim yaşadığım ve arkadaşlarımdan gördüğüm kadarıyla akademisyenlerin zorlayıcılığı Marmara’da biraz daha fazla. Diğer bir kaç üniversiteye oranla zorlayıcılık anlamında Marmara biraz daha yüksek bir okul. Çok daha fazla zorluyor. Bize çok daha az nefes aldırıyordu. Ama ben Marmara’lı olmayı büyük bir avantaj olarak görüyorum. Çünkü iş hayatında gördüğüm Marmaralılar, daha yapıcı, en azından daha aktifler. Çok farklı kurumlarda çok daha fazla Marmara mezunlarıyla görüşüyorum. Ve çevre olarak en geniş çevreye sahip olan kişiler biraz daha Marmaralı. Bizim ortak bir yapımız var aslında. Bunu daha çok Marmaralıyla tanıştığınızda göreceksiniz. Her okul biraz daha kendi karakteristiğini oluşturuyor. Marmara Üniversitesi de burada kendi karakteristiğini oluşturan bir okul. Biz daha dışa dönük ve iş hayatında kendine daha yer edinebilen bir okula sahibiz. Bunu kesinlikle söyleyebilirim.

IMG_0174

Türkiye basketbol federasyonunda tam olarak ne yaptınız?

Aslında Basketbol Federasyonu’nda 2010 Dünya Basketbol Şampiyonasının web ve sosyal medya kısmında başladım. Halen Turkey2010.fiba.com sitesi aktiftir. FIBA hiçbir sitesini kapatmaz. Bu sitenin içeriğinde ne var ne yoksa benim ve bana bağlı olan ekibin elinden geçti. Bütün sitenin Update’lerini ve turnuva boyunca bütün o akışı biz yönettik. Yine sosyal medyada ki hesapları da o dönemde biz açtık, geliştirdik. Şu an halen daha Türkiye Basketbol Federasyonu’nun resmi Twitter hesabı aktiftir. Daha doğrusu sorumluluğu daha sonradan bana geçti. Biz büyüttük orayı. Ve halen daha aktif olarak kullanıyorlar. Ben bu şampiyona sonrasında TBF TV’ye geçmemle beraber Abdullah Düvenci’nin bize bir zamanlar az da olsa anlattığı Adobe Premier’in faydasını gördüm. Çünkü TBF TV’de yapılan tüm çekimlerin montajı yapılır. Bu montajda da Adobe Premier kullanılır. Bu anlamda bazı derslerde bazı programları hocalarımız bize niye veriyor? Ben bunu ne yapacağım dememek gerekiyor. Kesinlikle işinize yarayabiliyor. Yani birçok firma birçok farklı program kullanıyor. Söz konusu çok sayıda program var ama bazen kilit anlarda çok ufak tefek, herkesin kullanmadığı bir programı okulda öğrenebilirsiniz. İş deneyimi olarak size şunu söyleyeyim. Kolay kolay kimse her konuda uzmanım dememeli. Çünkü bir tane program kullanıyorsan bu programda yüzde yüz ustalaşabilirsin. Uzmanı olabilirsin ama aynı anda beş programın uzmanıyım diyen kişiye ben inanmam. Bir şeyin temelini iyi alırsanız, onu sonuna kadar ilerletmenize gerek yok. Ama temelinin ne olduğunu iyi anlamanız lazım. İşe başladığınız yerde de; “Ya ben onu bilmiyorum. Ben o konuyu yapamam.” demek kendinizi tamamen saf dışı bırakmak anlamına gelir. Ben Adobe Premier programını hocamızın bize gösterdiği en basit haliyle biliyordum. Yapabileceğimi düşündüm. Orada ki arkadaşımın bana birkaç gün birkaç noktayı göstermesinin ardından, dört beş ay sonra daha hızlı montaj yapabilen biri haline geldim. Onun faydasını gördüm. TBF TV’de biz ne yaptık? Öncelikle maç çekimlerini yapıyorduk. Oraya başladığımda Windows medya streaming üstünden bir sunucu ile canlı yayınları yapıyorduk. Fakat bu performansı ve kalitesi çok düşük bir yayındı. Benim ilk işim buna itiraz ve isyan etmek oldu. “Basketbol Federasyonu olarak biz böyle kötü bir iş yapmamalıyız.” dedim. Orada ki yöneticilerimi ikna ettim. Sonra onlar “Bu işi en iyi nasıl yaparız?” dediler. Bende şu an sorumlu olduğum projeyi önermiştim. Bu işi en iyi Lig TV yapıyor. Bu iş en iyi Digiturk’te yapılıyor. Bizde Basketbol Federasyonu olarak Digiturk ile çalışan bir yeriz. “Onlardan bu işi nasıl yaptıklarını öğrenelim.” dedim. Onlarında destek aldığı firmayı onlar bize önerince, buradan sonra ikinci işim olan ERSTREAM firması ile çalışmaya başladık. İşte bakın bu böyle ilerliyor. Bu nedenle dediğim gibi, ne kadar fazla yerle çalışırsanız ne kadar fazla kişiyle tanışırsanız sizin için o kadar iyi olacaktır. İş hayatı da böyledir. Networking üzerine gider. ERSTREAM firması bizim sağlayıcı firmamız oldu. Canlı yayın sistemini oturttuk. Şu an da Basketbol Federasyonu 100 bin kişiye kadar canlı yayın yapabilen bir altyapıya sahip. Bende ERSTREAM firmasıyla böyle tanışmış oldum. Basketbol Federasyonundan oraya geçiş yaptım. Orada canlı yayın alt yapısını oturttuktan sonra arşivleme ve şu an da halen kullanılan FTP sisteminin yaratıp oturttum. Şu an da her basketbol hakemi maçlardan sonra değerlendirmesini yapabilmek için kendi maçlarını izlemek ister. Takımlarda her maçtan sonra maçın görüntü hakkına sahiptir. Bunu almak isterler. TBF TV ‘de bu işler ben başladığımda biraz daha ilkel yürüyordu. Nasıldı? Maç biterdi. Maçı çektiğimiz aynı anda DVD Recorder’a kaydederdik. Maç bittikten sonra DVD Recorder’dan kayıt çıkışını alıp DVD Duplicater’da çoğaltıp takımlara hakemlere verirdik. Ben bu işi bir buçuk yıl kadar devam ettirdim. Çok fazla maliyet çıkıyordu. Bu işi daha kolay yapabiliriz diye düşündüm. Peki, nasıl yaparız? USB sistemine geçelim dedim. Kamera zaten SD kartta görüntü veriyor. Bunu bilgisayardan USB’lere atalım. USB üzerinden hızlı bilgisayarlarla anında aktarım yaparak takımlara, hakemlere bunun iletilmesini sağladık. FTP sisteminde de bunu şöyle yaptık. Çünkü diğer takımlar ve hakemlerde bu görüntüleri istiyorlar. Hakemler için ayrı bir ekran, takımlar için ayrı bir ekran, biz personel için ayrı bir ekran ve televizyonlardan alınan görüntüler için televizyon kullanıcılarına ayrı bir ekran ile güzel bir şekilde arşivleme sistemi yarattım. Şu an da halen daha kullanıyorlar. TBF TV’de işler bu şekilde yürüyor. Orada bu işi yaparken farklı farklı alanlara geçiş yapmıştım. Sonrasında sosyal medya işine geri döndüm, spikerliğe paralel olarak. Federasyondan ayrılma kararı alınca da artık bu yayıncılık kısmının tamamının arka planının nasıl olduğunu öğrenmek için ERSTREAM’da işe başladım. Orada sistem kısmında kendimi geliştirdikten sonra da Digiturk’e geçiş yaptım. Bu da dediğim gibi biraz daha kendimizin yarattığı şansla olan bir şey. Ben hiçbir zaman kendime; “Ben burada kalıyorum. Ben bu alanda devam edeyim. Ben kendimi hep bu alanda geliştireyim. Ben en iyi bunu öğreneyim.” demedim. Bir konuda uzmanlaşayım ama diğer konuları bırakmayayım düşüncesindeydim. Çünkü ne zaman nerden fırsat geleceği belli olmuyor. İstanbul bu alanda gerçekten çok önemli bir yer. Size ne zaman ne fırsat sunacağı gerçekten hiç belli olmuyor. Olabildiğince farklı şeyler öğrenip farklı alanlarda da kendimizi geliştirmemiz lazım.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir